11 Aralık 2011 Pazar

Trois Couleurs Rouge

Üçlemenin kırmızısı ve son olanı...Usta yönetmen Kieslowski'nin renk üçlemesinin hazmı en zor olanı kuşkusuz.En çarpıcı olanı ve fazlasıyla sarsıcı...
Oluşan esrarengiz bir ilişki ile iki kişinin kendilerini bulma mücadeleri bir bakıma.Yapımın her karesinde görebileceğiniz gibi kişilik,benlik arayışı ve bu ilişkiyi yansıtan kardeşlik duygusu mevcut.
Ana düşüncesi bu olmasada filmde büyük bir yalnızlık teması gizli.İnsanların hayatlarındaki kötü kesitleri dinleyen geçmişin hataları ile boğulmak üzere olan yaşlı bir yargıç ve başkalarının mutluluğunu dinleyerek kendini teselli eden bir kişilik.Düşünsenize armut likörünü içmek için uygun ortam bulamadığından yıllarca açamamış biri.Ve sonrasında kendini bulma yolundaki emin adımlar, hayata binevi yeniden dönüş.Çocukların,ağaçların,kuşların gülümsemesini yeniden görmek gibi tıpkı.

Neyin doğru olup olmadığına karar vermek bana namussuzluk gibi geliyor ' sözü ise geçmişi ile yüzleşemeyen bir yargıcın etkileyici repliği...
Yapıma yargıç gözünden yaklaştım çünkü beni en etkileyen kısım buydu diğerlerine nazaran.Tek boyutlu bir inceleme oldu bu yüzden.
Şuan hayatta olmayan usta yönetmenin kendisi ve tüm sinema dünyasının en iyilerinden sayılan bu seri ile bir çok insan benim gibi farklı duygular yaşamıştır.Özellikle serinin son filmi diğerlerine nazaran daha bağımsız bir yapım gibi aslında.Diğer filmlerde eksik bir şeyler bulabilirsiniz ama bu son yapım üçlemenin tüm filmleri ile bağlantılı ve şok edici finali ile mükemmel bir yapım...

[ B+ ]

Patch Adams

Şair Dante'nin dediği gibi, yaşam serüvenimin ortasında kendimi karanlık bir ormanda buldum.Çünkü doğru yolu kaybetmiştim.Sonrasında doğru yolu bulacaktım...Ama en beklenmedik yerde...
Bitik bir hayatın ortasındayızdır.Ümiztsiz bir vaka misali işte.Ama tüm umudumuzun kırıldığı bir zamanda bile kendimizi bulabiliriz en kuytularda..Umudumuz başkalarının umudu olur.Mutlu oluruz çoğu zaman başkalarına yardım ederek.Onları gülümseterek.Her şey verilebilecek bir tebessüm için,insan için...
Tüm toplumlar olarak ne yazık ki, önce bir birey, ardında da bir toplum olarak programlanmış tepkilere şartlanmışız.Otoritenin kölesi durumunda yaşamayı sürdürüyoruz.Tabi buna yaşamak denilirse.Tıpkı uçuruma giden bir sürünün koyunları gibiyiz.Yaşam mücadelesi verdiğimiz kendi dünyamızdan pencereye bir bakın,insanlara,yaptıklarına ve yapmacık davranışlara,ciddi bir makamda bir o kadar resmi kişilere bakın.Nasıl olur bilmem ama bir adım atın hayatınızı değiştirmek için...Dünyayı, insanları ve geleceği değiştirmek için...


Deyinmem gereken o kadar çok şey var ki...O kadar anlam dolu,hayat,yaşam dolu düşünceler benimsedim ki bu yapım sayesinde,umarım bunları sizlerede yansıtabilmişimdir.Yaşama dair müthiş düşünceler çıkarabileceğiniz bir yapım.Fazlasıyla anlam yüklü ve mesajlar içeren türden.Farketmeden bağlı kaldığınız ve esiri olduğunuz bu otoriteyi umarım tüm izleyenler artık kırmak için yelken açmıştır.Şu yalan dünyada insan olduğumuzun yeniden farkına varmış ve mutluluk için yeniden savaşmaya başlamıştır.Artık yapmcıklıktan kurtulup duygusal tepkiler vermeye başlamışızdır.
Önemli olan değildir hastalığı tedavi etmek, önemli olan insanı iyileştirmektir.Mutluluk adına yapılmış en iyi yapımlardan.İnsaları mutlu bulmak,onlara kucak açıp,acılarına ortak olmak..Hepsi bu.Rütbesiz,makamsız,yenilikçi,objektif ve eleştirel bir bakış açısı ile her şey bazı şeyleri değiştirmek için.çocuklarımızın geleceği için belkide...

Filmden ve senaryosundan bahsetmeme gerek yok.Çünkü bir filmden öte benim için.Hayat için yaşam için yapılmış bir yapıt.Amacı sadece film olsun değil.En ciddi kişinin bile aşırı mutluluk yaşayarak yüzündeki bir tebessüm için.Her şey insan için...

[ A- ]


Grapes of Wrath

Bir zamanlar topraklarımız vardı.Sınırlarımız vardı.Yaşlılar ölüyordu ve gençler geliyordu, daima bir şeydik.Aileydik.Bir bütündük ve temizdik.Ama artık temiz değiliz.Temiz kalmamıza izin vermiyorlar.Artık aile değiliz,dağılıyoruz...
Dedelerimizin yaşayıp öldüğü topraklardan çıkmamızı nasıl isteyebilirler.Doğup ve öleceğimiz yerden bizi nasıl koparırlar.Kim? Nasıl? Oysa ki güzel bir aile tablosu çizilmişken bu olanlar niye? Ama herkes emir kulu,bu işi yapanlarında bir üstü var.Çoluk çocuğuna ekmek götürebilmek için yapanlar var bu işi.Suçlu yok..Suçlu olanları görüp susmak,görmemezlikten gelmek...Her zaman kendi davanız için savaşın...Belki siz bunun üzümlerini yiyemeyeceksiniz ama sayenizde pek çok kişi yiyecektir.


Bir romandan uyarlama olup John Ford'un hayat verdiği eşsiz bir klasik.Yeni başladığım klasikler serüveninde hiçbir zaman unutamayacağım bir yapıt.Unutulmaz bir dram.Dram filmlerine olan zaafım bu film ile daha da şekillendi.Ekonomik buhrandan dolayı fakir insanların üç kuruş için çektikleri öyle mükemmel anlatılıyor ki...Gerçekten ne yazacağımı bilemiyorum.Bir başyapıt.hüzünlü bir şölen. İzlediğim ikinci Henry Fonda filmi.Bu adama artık dahada hayranım.Gözlerindeki sır insanı büyülüyor.Jane Darwell izlediğim en iyi oyunculuklardan birini sergilemiş.Bir annenin ayakta tutmaya çalıştığı aile. Ancak bu kadar etkileyici oynanabilir.Adeta yaşamış.Birde vaiz rolünü canlandıran oyuncu ile her şey mükemmeldi.
İzleyebileceğiniz en iyi filmlerden.Tereddüt etmeyin.

[ A+ ]


Ladri Di Biciclette

Sanmayın Bisiklet için, Hayat için Bu Mücadele ..!

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Roma...Sokaktaki insanlara bakın..Savaş sonrası oluşan ekonomik buhran ve işsizliğin getirdiği sefalet,fakirlik ve yoksulluk..Bir iş bulma ümidi ile yıllarca bekleyen insanlar.Döneminin tüm şartlarını sol görüşlü kişilerin eleştirilerine rağmen bu denli gerçekçi yansıtabilmiş bir yapım..Acıyı,hüznü,utancı her şeyi öyle derin bir şekilde empoze ediyor ki...Etkilenmemek mümkün değil.
Ufak şeylerle mutlu olabilmeyi her şeye rağmen başaran sıradan hayatlara şahit oluyoruz.Film boyunca kesilmeyen o yürek yakan müziği ile çaresizlik,umutsuzluk ve bir babanın oğlunun gözü önünde yedi dayak izleyende tokat etkisi yaratıyor.

Belkide yapımın bu kadar gerçekçi yani yeni-gerçekçi akımının önderi olarak gösterilmesinin en önemli payı oyunculuklar.Çünkü filmde oynayan kişiler yine dönemin fakir,yoksul halkından oluşan bir kitle.Böylece oyuncular yüzlerine ve kişiliklerine yapay maskeler geçirmeksizin filmde kendilerini canlandırmışlar..
Çocuk oyuncunun her şeye rağmen gözlerinde eksilmeyen mutluluğa şahit olacağınız bu yapım, sinema tarihinin yapı taşlarından biri olarak gösteriliyor..Yaşasın İtalyan sineması..

Nasılsa sonunda ölmeyecek miyiz? Neden şimdi ölelim ki..

[ A+ ]


10 Aralık 2011 Cumartesi

Eternity And a Day

Sonsuzluk ve Bir Gün...Gitmeden önceki son haykırışlar.Tadılmayan birçok duygu, değeri geç anlaşılan sevgiler.''Kendi dilime o kadar yakınken neden arada bir döndüm ülkeme '' diyor şair...Sonsuzluğa giden bu son günde akla geliyor güzel günler.Ertelenen sevgiler, kırık kalmış, tamamlanması imkansız şiir için heba oluyor.Sevilen şeyler için kıymetli şeyler harcanıyor...Geride buruk bir şekilde bırakılmış bir anne ve aşık bir kadın.Şimdi olmaz şimdi gidemem diyor şair, onca pişmanlık var iken geride, şimdi gidemem diyor ama yarın Sonsuzluk ve bir gün kadar...

Ben Sadece Aşık Bir Kadınım...
Sonsuzluk öncesi kalan son günde hayatının en güzel zamanlarının eskilerde kaldığını görüyor şair.Güzel günleri bir tebessümle anar iken, hatalarını pişmanlıklarını farkediyor.Aşık bir kadının yarım ve kırık bir şekilde bıraktığını, annesini her zaman ertelediğini görüyor..Hiç büyümeyen bir çocuk gibi yaptığı hataları..Bir şeyleri değiştirmek istiyor, gidemem diyor şimdi...Gitmemeliyim Anna.
Neden çürüyüp gider insan.Sessizce..İhtiras ve arzularla ikiye bölünerek..
Sonsuzluk öncesi, yani bir hayatın sonlanacağı bu son gün daha yeni başlamış bir hayat eşlik ediyor.Belkide kırık bırakılmış kelimeleri bulmada yardım ediyor...Bir hayat biterken biri çiçek açıyor.


"Son zamanlarda dünya ile tek bağlantım,şu bilinmeyen karşı pencere.Bana hep aynı müzikle karşılık veren...''
Bu hüzünlü son yolculukta eşlik eden o müzik...Öyle bir etki bırakıyor ki izleyende...Birde Bruno Ganz'ın şiir gibi oyunculuğu ile mest oluyorsunuz.

Beni Hayal Ettiğini Hayal Etmeye Cesaret Edemiyorum...
 Söz konusu ölümden korkmak değil, son gün kişinin kendisi ile yüzleşmesi..Ben neler yaptım hayatım boyunca..Hepsi bu.. Her saniyesinde yaşamınızı sorgulatan ve elimden kalem düşmeyerek etkileyici şiirleri her an not aldığım bu şaheser izlenmeye değer...


[ B+ ]



Stalker

İnanmak zorundayız zira başka kurtuluş yolu yok.Kendi içimizde ki bu savaştan çıkmak adına inanmak zorundayız.İnanmadıktan sonra hangi yüzle bir şey isteyebiliriz ki, başka kimden medet umabiliriz? Hakikate erişebilmemiz için tutunacak dalı (rab) bulmalıyız.Tek kurtuluş yolu bu!
“Zayıflık harika bir şeydir, güç ise hiçbir şey. Bir insan yeni doğduğunda zayıf ve esnektir, öldüğü zaman ise sert, kaskatı ve duygusuzdur. Bir ağaç büyürken zayıf, esnek ve tazedir. Kuru ve sert hâle geldiğinde ölür. Sertlik ve güç ölümün arkadaşlarıdır. Esneklik ve zayıflık ise varoluş tazeliğinin ifadeleridir. “

En derindeki dileklerimiz... Bunları gerçekten isteyebilecek kadar güçlümüyüz? İnançsız bunu başarabilir miyiz?
” Ya sende de işe yaramazsa? ”
Ruh fakirliğimizi gözler önüne seren bir Tarkovski eseri.Film hakkında konuşabilmek gerçekten zor.Bu donanıma sahip olduğumu sanmıyorum.Lakin izleyene öyle müthiş tecrübeler katıyor ki! Kendimizle yüzleştiğimiz bir yapıt, İnanışlarımızı, umutlarımızı acizliğimizi yansıtan... İnançsız bir hayatın umutsuz çırpınışları.

Çeşitli kamera açıları ve kareye yansıyan renk uyumları fazlasıyla ihtişamlı.Kısık bir şekilde ara ara çalan ve derin sohbetlerin içinde beliren sözler ile gerçek bir başyapıt Stalker.İnsanların inançsızlık denilen bu sonsuz ızdıraptan kurtulmak adına hakikate ulaşma çabası.İnsanı yorduğu kadar bittikten sonra rahata erdirdiği yadsınamaz bir gerçek.Evet yanlış değil, Stalker: bu kadar karanlık rutubet bir atmosferde kazanılabilecek en mükemmel deneyim.

[ A+ ]

Offret

Gerekli olmayan şey günah mıdır? Eğer bu doğruysa insanlık baştan aşağıya günah üzerine kurulmuş demektir.Yararımıza olacak şeyleri kötüye kullanarak korkunç bir uyumsuzluk edindik.Kültürümüz bozuk, doğayı kendimize cephe almışız...İnsanlık, sonsuz bir döngü içinde.Üzülüyoruz, seviniyoruz ve bir şeyleri istiyoruz.Hep, bir beklenti içindeyiz.Hayattan bir şey beklenilmemeli...

Leonardo'nun resmettiği gizemli eseri, Bach- Matthäus-Passion ile kareye yansıyor.Müzik ve resim, kuşkusuz yönetmen için önemli bir sinema aracı...Ustanın en büyük özelliği, tüm eserlerinde motifler ile bir şeyleri sembolize etmesi.Derin anlamlar çıkarmanız adına önemli bir etken zira Tarkovski'yi anlamak bir ayrıcalık.
Evet, bir başyapıt.Yönetmenin en sade filmi gibi gözüksede motiflerin neyi temsil ettiklerini anlayabilmek gerçekten zor. Kopuk ve atlamalı bölümler, zaman içinde zaman, renkliyken siyah-beyaza dönen sahneler...Fazlasıyla Tarkovski.Onu anlamak için de biraz da onun gibi olmak gerek.İlk kural, Düşüncelerini benimsemek.Kuşkusuz amacı sinemadan kazanılacak bir şöhret değili, öğretilerini ileriye taşıyabilmek.
Yapımda, öne çıkan en büyük unsur İnançtı.Hayatının geri kalan bölümü, insani duygulardan uzak, inançsız bir yaşamla süre gelen bir sanatçının, hayatında doruk noktası olacak bir olay sonucunda kendisi ile hesaplaşması gözüküyor.Yani inanç, içerik ve teknik bakımdan önemli bir rol oynuyor.
 Filmden kopmamak adına, real- sürreal ilişkisi mükemmel ayarlanmış.Anlam veremediğiniz sohbetlerin aslında derin bir anlam taşıdığını farkettiğiniz zaman filmden zevk alacaksınız.Bir sinema filminin her sahnesinde mi bir özen ve titizlik, profesyonelce yapılan kamera oyunları ve birbirinden gizemli motifler olur? Evet her sahnesinde hala gizemi çözülmemiş semboller gizli.Ying- yang sembolünün belirdiği elbise, Haykıran kadın, keşiş hikayesinde öne çıkan ağaç ve daha pek çoğu.Filmden kopmamak adına real- sürreal ilişkisine dikkat edilmeli.Gerçeklik hangisi? Her şey birer rüya mı, yoksa rüya içinde rüyalar mı? Gerçek anlamda sinemaya doyduğum bir başyapıt Offret...


[ A+ ]

Solaris

" Bilim mi? Saçmalık… Bu durumda vasatlık ve deha eşit derecede yararsız. Uzayı keşfetmeye ilgimiz yok. Sadece dünyayı uzayın sınırlarına kadar genişletmek istiyoruz. Başka dünyalarla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Diğer dünyalara ihtiyacımız yok. Aynaya ihtiyacımız var sadece. Bir temas olsun diye debeleniyoruz ama asla olmayacak. Aptal bir çıkmazdayız çünkü aslında hem ihtiyaç duymadığımız, hem de korktuğumuz bir hedefe ulaşmaya çalışıyoruz. İnsan sadece insana ihtiyaç duyar. ''

Geçmişi yok sayarak onun hakkında konuşamazsınız...
Kırık kalmış birçok hatıra, silinemeyen-vazgeçilemeyen geçmiş. Her seferinde karşımıza çıkan, belleğe kazınmış dinmeyen vicdanın sesi bu.Yüzleşmeliyiz geçmişimizle.Başka çıkar yolu yok.
Geçmiş olmasaydı hayat ne kadar anlamlı olabilirdi ki? Neden ondan kurtulmaya çalışalım? Kris'in de istediği buydu belkide. Gerçek geçmişi olmasada yeniden yaşamak güzeldi.Şimdi ondan kurtulmak niye? Belkide orda kalmalıydı, devam etmeliydi.Kendi gerçekliğini bulmuştu.Aksi halde hiçbir şey eskisi gibi olmazdı. Dünyaya dönseydi eski Kris olabilir miydi artık? Deliliği seçmekti en iyisi olan.

İnsanı anlatan bir bilim-kurgu eseri.Türünün aksine olağan-dışı yaratıklar, gülünç kostümler seçmek yerine tamamiyle insan odaklı. İnsanın varoluşunda ki bencilliği gözler önüne seren bir başyapıt.Mükemmelliye ulaşma çabasındaki nicelerin, Rab'bın bir lütfu karşısında ki acizlik ve onun üstünlüğü karşısında hissedilen eziklik, vicdanından kurtulamamış bir insanın kendisini bulmasıyla aktarılmış.Bach'in ihtişamlı eserlerinden biri ile mest etmeyide ihmal etmemiş usta. Gelde etkilenme...
Odaklan.Kendi göz bakışımız gibi ustaca yapılmış kamera açıları...Etrafı kendi gözümüzden görürcesine mükemmel bir profesyonellik söz konusu.Her şeyiyle muazzam, Hollywood'un aksine insanın kendisi ile yapılacak en iyi bilim-kurgu filmi Solaris.Tek üzüldüğüm şey ise Büyük Ustanın malesef tüm filmlerini artık bitirmiş olmam...

[ A+ ]


9 Aralık 2011 Cuma

Zerkalo

Sen bir kuş kanadından daha hafif ve inceydin.
Bir hayal gibi, merdivenleri uçarak
Yağmurlarla ıslanmış leylakların arasından
Geçirip, Aynanın ötesindeki ülkene götürürdün beni.
Çalılar, ağaçlar...Hiç birinin acelesi yok, oysa biz etrafta koşturup, yaygara koparıyoruz ve sıradanlığımızı haykırıyoruz.Çünkü iç doğamıza güvenmiyoruz.Sürekli şüphe içindeyiz ve telaşlıyız.Durup düşünmeye bile zamanımız yok...

Ayna, Sembol ve imgelerin yoğun olduğu bu şahaser adına tercih edilecek, bazı unsurları temsilen birkaç sahne dışında, yoğun bir anlamı olmayan bir ad olmuş.Bu anlaşılması güç eser adına bir kısayolda denilebilir...
Tarkovski'nin hayatından kesitler de diyebiliriz.Sorunlu bir çocukluk dönemi geçirdiğinden mi bilinmez çocuklar üzerinden gidilmiş.Belkide çocuk olmak, saflığa ve temizliğe doğru kaçış yolu.Zira eserde sık görülen hayal ve rüyanın iç içe olduğu sahnelerde çocuk elinin değdiği aşikar.
Öyle görünüyor ki babası ile arasındaki sorunlar çocukluğunda derin izler bırakmış. Buda izleyeni anlam vermekte güçlük çekeceği karmaşık bir dünyaya sokuyor.Bu yüzden nesnelere bu kadar takılıp kalınmaması gerektiği Tarkovski'den bir öneri.

Ülkesini, devrim dönemlerini vurgulamayıda ihmal etmemiş yönetmen.Savaşta nice yersiz kayıpların yaşandığı, insanların boş yere kan döktüğünü fani sözlerim ile ne kadar anlatsam boş.Dönemin siyasi şartlarından tutun insanlığı,inançlarını ve birçok şeyi sorguladığı görülüyor.Bu karışıklığın içinde yönetmen aslında konuyu ikinci plana atmış.Görselliği ile sözlerin erişemediği noktalara ulaşmış.Bir hayat işlenmiş, bu yüzden zamanı yakalamak zor olduğundan karmaşık bir yapım.Fazlasıyla yorucu ve hazmedilmesi zor.Yönetmenin kendisine dönük en zor filmi belkide Zerkalo.
Şiir ve sinema...Yönetmeni tanımlayan unsurlar.Kendi Babasından şiirler, görsellikle buluşunca farklı bir tat almak mümkün.İlk bölümde duvarda beliren boom mikrofonu ise belkide yönetmenden bizlere bir uyarı..Değil burası gerçek olan, gerçek olan sizsiniz...

[ A+ ]



Det Sjunde Inseglet

Bilgi istiyorum !
İnsanın duyularıyla tanrıyı kavrayabilmesi o kadar imkansız mı? O neden yarım vaatlerin ve görülmeyen mucizelerin ardına saklansın ki ? Kendimize inancımız yokken bir başkasına nasıl inanç duyabiliriz ? Benim gibi inanmak isteyen lakin yapamayanlara ne olacak ?
Ya inanmayan.İnanamayanlar!

'' Sakın Unutma Budala! Yaşamın bir pamuk ipliğine bağlı.Günlerin sayılı... ''
Ölüm o kadar yakın ki...Bir şeyleri anlayamadan çekip gitmek zorunda kalıyoruz.Hayat denilen bu kısa arayışta cevapları bulamayacak kadar aciziz, lakin sormaktan vazgeçmiyoruz. Cevabı bulanlar ve huzura erenler müstesna...Peki diğerleri ? Peki yıllar yılı ne için savaştığını unutmuş bu şovalye ? Sorguluyor, kendine verilen bu kısa süreçte.İnançlılığı ve tanrının varlığını kendi içinde doğrulayabilecek en ufak bir bilgi bile onu huzura erdirecek belki de.Kurtaracak onu bu hiçlikten.

'' Zamanın doldu şovalye, umarım verdiğim sürede seni huzura erdirecek cevaplara ulaşmışsındır. ''
Allah'ın varlığını anlamak elbette güç değil. Doğaya bir bakın, eşsiz güzelliklere, ilkbaharda beliren çiçeklere, güneşin kudretine bir bakın. Gözleri gülen şu kız çocuğuna, Deli damgası yemekten korkmayacak kadar mutlu şu insanlara bakın.

 Ingmar Bergman ile nihayetinde tanıştım.Yedinci Mühür... Görülmesi gereken bir başyapıt.Yapımda, Ortaçağ'da oluşan Kara Veba'nın insanlarda yol açtığı korku söz konusu, aynı zamanda, II.Dünya savaşı 'ndan kısa bir zaman sonra çekilmiş olması ile Modern Çağ insanlarının da aynı duyguya ortak olduğu düşünülürse, filmden alınması gereken mesaj ve iliklerimize işlemiş korku tüm insanlığın.Ne mükemmel bir ironi değil mi? Yönetmenin her an içinize empoze ettiği şüphe duygusu sizi sonsuz bir çelişkiye sokuyor.İnançsız yaşanılamayacağını gösterdiği gibi, uğrunda nice insanın öldüğü bu korkunç imgenin zalimliğini de vurguluyor. Yönetmenin kendi içinde yaşadığı bu ikiliği adeta soluyorsunuz.Tabii sahsi olarak inançlarım ile özdeşmeyen bu konuda, felsefik bir beyin fırtınası yapılsada böylesi bir film bir daha gelmez.Sinema böylesi sanatçıların eserlerinden ibaret.  

 [ A+ ]


8 Aralık 2011 Perşembe

Nattvardsgästerna

 Güvenecek birine ihtiyaç duyarken yalnız bırakılmak... Bu çok acı verici olmalı. Ama daha da kötüsü var. İsa, çarmıha gerildiğinde ve işkence altındayken ''Tanrım, Tanrım!'' diye bağırıyordu. ''Neden beni terkettin?'' Bağırabildiği kadar yüksek sesle.

Tanrının onu terkettiğini sandı. Anlattığı her şeyin yalan olduğuna inandı. Ölmeden önce İsa şüphe ile doluydu. Bu kesinlikle onun en büyük sınavı olmuştur.
Bu kesinlikle onun en büyük sınavı olmuştur. Tüm öğretilerini, davasını bir kenara atıp sorgulaması. Neden beni terkettin? Neden benden uzaklaştın? Neden?

Tanrı mı bizden uzaklaşır yoksa biz mi ondan? Biz mi görmek, işitmek istemeyiz. Var olduğunu bile bile neden şart koşarız, konuş deriz duymayacağımızı bile bile. Sırrın ermediği bu uzuvlarla ona ne kadar ulaşabiliriz ki? Kalp gözü açık olmadıktan sonra nasıl görebiliriz güzellikleri. Bir kitaptan veyahut etten kemikten bir taşıyıcıdan fazlası mı gerekiyor inanmak için? Anlamsızlık içinde acı çekmemek için fâni olmak yetmiyor mu? Ölümlü-gelip geçiciysek eğer sonsuz yaşamı kazanmak için yaşadığımızı bilmek güç mü? İnanmak güç mü? Bu hepimizin sınavı...


'' Kendime; ’Ben niçin dindarım?’ diye sordum ve şu cevabı verdim: ’Ben dindarım çünkü başka türlü olmam imkansız. Dindar olmak varlığım ve benliğim için zorunlu bir ihtiyaçtır. ''
( Auguste Sabatier )
Umarım üstad göçmeden evvel karanlıktan kurtulup ışığını bulmuştur. Umarım bize bıraktığı mükemmel eserlerin yanında kendi ebedi hayatını kurtaracak eserler de yapmıştır. Yeri doldurulamayacak bir üstad ve pek değerli eserleri.
''Hep Eugene O'Neill'in ünlü sözünü anıyorum: ’İnsanın Tanrı ile olan ilişkisini ele almayan tüm dramatik yapıtlar önemsizdir.’'' 
Ingmar Bergman

 [ A ]